Sayfalar

29 Mart 2016 Salı

Tanrıya Mektuplar




Avrupa ve Amerika'da 2-9 yaş çocuklara Tanrı'ya ilişkin düşüncelerini sormuşlar.
İşte o çocuklardan “Tanrıya Mektuplar”…
Sevgili Tanrım,Tamam incil’de öbür yanağını çevir dedin biliyorum; ama kardeşim gözüme vurunca ne yapacağım? Sevgiler.
Teresa -5 yaşında

Sevgili Tanrı,
Sahiden var mısın? Bazıları buna inanmıyor: Eğer varsan gecikmeden bir şeyler yapmanda fayda var.
Harriet Ann -6 yaşında-

Sevgili Tanrı,
Bende senin dışında bütün liderlerin resmi var.
Norman -6 yaşında-

Sevgili Tanrım,
Oğlanlar kızlardan daha mi üstün? Biliyorum sen de onlardansın ama gene de dürüst olmaya çalış.
Sylvia -5 yaşında-

Sevgili Tanrı,
Kitabını okudum ve beğendim. Bütün o fikirler nereden geldi aklına?
John -8 yaşında-

Sevgili tanrı, öğretmen günlerin önce kısaldığını, sonra uzadığını söyledi. Artık bir karar vermelisin.
Mindy

Sevgili tanrı yeni öyküler yazamaz mısın? Yazdıklarının hepsini okuyup, bitirdik ve yeniden başa döndük.
Terry

Sevgili Tanrı,
Şu andaki eksiklerimi yazıyorum: Yeni bir bisiklet, bir kimya seti, köpek, film makinesi, beyzbol eldiveni. Hepsini gönderemezsen birazı da olur.
Seni seven Eric -5 yaşında-
Not: Noel Baba’nın olmadığını biliyorum.

Canım canım Tanrı,
Astronotları öyle yukari firlatip fırfır döndürmelerinden ödüm kopuyor. N’olur onların bizim evin çatısına düşmelerine izin verme.
Dostun Norman -4.5 yaşında-

Sevgili Tanrım,
İnsanlarin ölmelerine izin verip yenilerini yapmak yerine neden elindekileri tutmuyorsun?
Jane -6 yaşında-

Sevgili Tanrı,
Lütfen bana bir midilli gönder. Senden şimdiye kadar hiçbir şey istemedim. Bunu da herhalde unutmazsın.
Bruce -4 yaşında-

Sevgili Tanrı,
Babam çok aksi. Onu bu huyundan vazgeçirmeni istiyorum. Ama lütfen canını yakma. Sevgilerle.
Martin -5 yaşında-

Sevgili Tanrı,
Bulutlardan biri yüzünü öyle korkunç yaptı ki ödüm koptu. N’olur söyle ona bi’ daha öyle yapmasın.
Ellen -3 yaşynda-

Sevgili Tanrı,
Eğer hiç kimse bilmeyecekse iyi olmanın ne yararı var?
Mark -8 yaşında-

Tanrı’cım,
Üst kattakiler durmadan bağıra çağıra kavga ediyorlar. Bence yalnızca çok iyi arkadaşların evlenmesine izin vermelisin.
Nan -5 yaşında-

Sevgili Tanrım,
Ne diye bu kadar çok insan yarattın. Başka bir dünya daha yapıp fazlalıkları oraya koyamaz mısın?
J.B. -7 yaşında-

Tanrım,
Insanlara ruhları her zaman doğru mu dağıtıyorsun? Yanlış yapabilirsin.
Audrey -8 yaşında-

Sevgili Tanrı,
Sen tuhaf ne yaparsan yap herkes hayran oluyor; ama ben ufacık bir şaka bile yapsam yiyorum fırçayı.
Jodie -6.5 yaşında-

Sevgili Tanrı,
Bizi hiç merak etme çünkü bizimkiler çok dindar.
Teddy -9 yaşında-

Tanrım,
Şişman olunca kimse senin arkadaşın olmak istemiyor.
Billy Jean -9 yaşında-

Sevgili Tanrı,
Zürafaların görünümünü isteyerek mi böyle yaptın, yoksa yanlışlıkla mı oldu?
Norman -4 yaşında-

Sevgili Tanrı,
Tanrı oldugunu nasıl bilebildin?
Charlene -3 yaşında-

Sevgili Tanrı,
Senin yaşına geldiğimde tıpkı senin gibi olmak istiyorum. Tamam mı?
Tommy -4 yaşında-

Sevgili Tanrım,
Eğer Tanrı ben olsaydım bu kadar iyi olmazdım. Bunu aklından çıkarma.
Michelle -6 yaşında-

Sevgili Tanrı,
Kiliseye sözüm yok ama kuşkusuz daha iyi müzikler kullanabilirsin. Umarım yazdıklarıma kırılmazsın.
Ayrıca bir kaç yeni şarkı yazamaz mısın?
Dostun Barry

Sevgili Tanrı,
Şu hergün ezip durduğumuz karıncaların umarım senin için özel bir önemi yoktur.
Dennis.

Sevgili tanrı,
Şu plastik çiçeklere kafan bozulmuyor mu? Eğer gerçeklerini yapan ben olsaydım çıldırırdım.
Lucy

Sevgili Tanrı,
Geçen hafta New York’a gittiğimizde Saint Patrick kilisesini gördüm. Bayağı güzel bir evde oturuyorsun.
Frank

Sevgili Tanrı,
Evet, ben anlaşmamızın yarısını yaptım bakalım. Bisiklet nerde kaldı?
Bert

Canım tanrı.
Kucaklaşmayı sen mi buldun? Çok güzel bir şey.
Brenda

Sevgili tanrım, niçin hiç TV’ye çıkmıyorsun?
Kim

Niçin daha sonra yeni hayvanlar bulup göndermedin? Hala eskileri ortada dönüp dolaşıyorlar.
Johny

Sevgili Tanrı,
Şu hergün ezip durduğumuz karıncaların umarım senin için özel bir önemi yoktur.
Dennis.


18 Mart 2016 Cuma

Proleter Kimdir? Proletarya Nedir?


Proletarya; üretim araçlarına sahip olmayan, yaşamak için çalışmak zorunda olan emekçi sınıfıdır. Proletarya emektir, proletarya dünya demektir. Proletarya ezilen halktır, vatanı bütün cihandır. Proletarya Türktür, Kürttür, Amerikandır, Müslümandır, Ateisttir, Zencidir... Proleterler emekçilerdir, dünyaya elleriyle şekil verenlerdir. Proletarya sen, ben değil BİZ'dir.
İşçi (proleter) kimdir? İşçi sınıfı (proletarya) nedir?
Geçimini sağlayabilmek için emek gücünü ücret ya da maaş karşılığı satmak zorunda olanlara işçi (proleter) denir. Bu açıdan, Türkçede yer etmiş, işçi ve memur arasındaki ayrım sınıfsal değil, hukukidir.
Emek gücünü satmak “zorunda olma” vurgusu işçinin tanımı için belirleyicidir. İşçi, hiçbir üretim aracına sahip olmadığı için emek gücünü satmaya muhtaçtır. Bir seçim hakkı yoktur. Bu durum onu, şirket müdürleri, yöneticileri gibi yine işini ücret karşılığı yapan kesimlerden ayırır.
Öte yandan, işsizler de aslında birer işçidirler. Çünkü onlar da aynen çalışmakta olan proleterler gibi hayatlarını sürdürmek için emek güçlerini satmak zorundadırlar.
İşçi sınıfı (proletarya) nedir?
İşçi sınıfı, toplumun, geçim araçlarını herhangi bir sermayeden elde edilen kârdan değil, tamamıyla ve yalnızca kendi emeğinin satışından sağlayan; sevinci ve üzüntüsü, yaşaması ve ölmesi, tüm varlığı emek talebine, dolayısıyla işlerin iyi gittiği dönemler ile kötü gittiği dönemlerin birbirlerinin yerini almasına, sınırsız rekabetten doğan dalgalanmalara dayanan sınıfıdır. ( Friedrich Engels)

Televizyon; Öldüren Eğlence



Televizyon bir cazibe merkezi olarak hayatımızın baş köşesine oturdu. Yirmi dört saat yayın yapan kanallarla tam bir görüntü sarhoşluğu yaşıyoruz. Alışkanlıklarımız, konuşma biçimimiz, ilişkilerimiz televizyona endekslendi sanki. “Eğlenceli”, “renkli” bir hayat yaşamaya başladık. Resmi ideolojinin yasaklıları, toplum kıyısında yaşayanlar bütün “giz”leriyle evlerimizde artık. Kameralar pervasızca mahremiyetimizin en ücra köşelerine giriyorlar. Şiddetin bütün türleriyle tanıştık. “Reality show”larla kan ve acının da bir satış değeri olduğunu, reklam alabileceklerini öğrendik. Kapitalizmin en temel özelliği olan rekabetin insanları nasıl vahşileştirdiğini, iğrençleştirdiğini gördük. Duygularımız, tepkilerimiz, duyarlılıklarımız törpülendi...Tek sesli devlet televizyonunun ardından gelen bu denli çok seçenek karşısında nihayet “demokratikleştiğimize” inandık; uzaktan kumanda aletini “özgürce” kullanma hazzıyla kendi “gücümüzün” farkına vardık.Peki, hayatımızı böylesine değiştiren televizyon nedir? İletişim kuramcısı Neil Postman on beş bin radyo ve televizyon kanalına sahip televizyon çılgını ABD’den hareket ederek söz ve yazı merkezli dönemlerle görüntü merkezli dönem arasındaki kültürel farklılıkları “hakikat” ve “kamu söylemi” açısından ele alıyor. Ona göre, kitabın nitelikli bir kamusal söylem için etkin bir rol oynadığı, düşünmeyi derinleştirdiği, ciddilik, tutarlılık, süreklilik ve bütünlük gibi kavramların yaşama imkânları bulduğu Yorum Çağı daha hakiki.Gösteri Çağı ise ideolojinin yerine kozmetiğin geçtiği, hakikatin imaja yenik düştüğü, her şeyin “eğlenceli” bir biçimde sunularak içeriksizleştirildiği, müthiş bir enformasyon bombardımanının insanları parçalara ayırarak tepkisizleştirdiği, hafızanın kaybolduğu, algılamanın ve muhakeme yeteneğinin azaldığı bir dönem. Hayatımız hakkında karar verilen yer olduğu için çok ciddiye alınması gereken politika artık fikre değil görüntüye dayandırılıyor (ABD eski başkanlarından Richard Nixon seçimi makyajcısının sabotajı yüzünden kaybettiğini söylemiş); halkın zihnine kazınacak görüntüleri tasarlayan imaj yöneticisinin cilaladığı “şovmen politikacı” tipi, partinin yerine geçiyor...Postman bizi, duygularımızı ehlileştiren renklerin ötesine, eğlendiğimiz şeyin ne olduğunu düşünmeye çağırıyor. Düşünmeye! O kadar! Yeter çünkü!

Ayrıntı Yayınları

Sürüleşme


Bu davranışı en iyi keşfedenler pazarlamacılar. Gençleri sürü davranışına iten şifreleri çözerler.
Bir ayakkabı markası.
Bir kahve.
Bir cep telefonu.
Facebook.
Toplu gidilen bir mekan.
Bir içecek.
Bunlardan birisi bir gençlik tutkusu oluverir, gençler de ‘balık sürüsü’ etkisiyle oraya koşarlar.
O, artık neyse bir ürün değildir, bir ‘kimlik’tir. Pazarlamacı da bundan yararlanır.
Sürüleşme etkisi yalnız gençlere özgü değildir. Kimi zaman toplumlar da sürüleşir.
Neden mi?
* * *
Sürüleşme ‘ortak kimlik’ kazandırır.
Ortak kimlik, kişiyi bireysel sorumluluktan kurtarır.
Bireysel sorumluluk, taşınması zor bir süreçtir.
Sorgulamaya dayanan zorlu bir süreci göze alacaksınız.
Soracaksınız.
Duraksamadan soracaksınız.
Tabularınız olmayacak.
Sorularınıza kişisel yanıtlar vereceksiniz.
Onaylanmamayı göze alacaksınız.
Bu yanıtların sorumluluğunu üzerinize alacaksınız.
Bu sorumluluğun gereklerini yapacaksınız.
Bedeli varsa -ki her zaman vardır- ödeyeceksiniz.
Kazancınız ‘özgürlüğünüz’ olacaktır.
Özgürlüğün bedeli budur.
Oysa, sürünün özgürlüğü yoktur.
Ama sürünün kendi başına ödediği bir bedel de yoktur.
Elle gelen düğün bayramdır.
Bireysel özgürlüğünü isteyenler,
sürüleşmeye karşı çıkarlar,
bedelini de öderler.
Birey olmanın ya da sürüden biri olmanın ayrımı budur.
* * *
Toplumlar ne zaman sürüleşir.
Soru sormaktan korktukları zaman.
Soru sormaktan vazgeçtikleri zaman.
Kendi olmanın bedeli ağırlaştığı zaman.
Ortak kimlikleri bireysel kimliklerinden daha güçlü olduğu zaman.
Bilincin yerine inancı koydukları zaman.
Bireysel sorumluluktan vazgeçtikleri zaman.
Günümüze bakalım.
Toplumların sürüleşme sürecine bakalım.
* * *
Kapitalist pazar ekonomisi toplumları sürüleştirir.
Uluslararası markalar.
Uluslararası ürünler.
Aynı standartta hizmet biçimleri.
Tektipleşme.
İnsanları sürüye katma yöntemleridir.
Birey sürüye katılır. Toplum da sürüleşir.
Korkuya dayalı yönetimler de toplumu sürüleştirir.
Nazi Almanya’sı sıradan insanları böyle nazi yapmıştır.
Mussolini İtalya’sı sıradan İtalyanı böyle faşist yapmıştır.
İdeolojisi inanca dayalı sistemler toplumu sürüleştirir.
Onlara ortak kimlik kazandırır.
Onları kitlesel gücün bilinçsiz bir parçası yapar.
Bütün çağların büyük tehlikesi budur.
* * *
Çözüm mü?
Bilinçli yetkin birey.
Bilince dayalı örgütlü toplum.
Birey sorumluluğuna dayalı, ortak değerler demokrasisi.
Bilime dayalı toplum yönetimi.
Dünya ne yazık ki kapitalist küreselleşmeyi göremiyor. Çeşitli eksenlerde inanç toplumları yaratılıyor.
Biz görebiliyor muyuz?
Hiç sanmıyorum…
[ Erdal Atabek ]